Sabah okul, akşam ZURNA! Bir sanallaşma hikayesi.
2000'li yılların öncesiydi... Okul çıkışı kızlarla parkta buluşuyorduk, akşamları basket sahasında sohbet muhabbet derken gülme krizlerine girerdik, evdeyken aynanın karşısında klipler çekiyorduk. Yeni çıkan klipleri tv'de number1'dan takip ederdik, Blue Jean ve Hey Girl sayılarını her ay alıp yabancı şarkı sözlerini ezberlerdik.
Minik teybim vardı. Kasete metro fm'de saat başı çalan Britney Spears'ı kaydetmiştim geriye sarıp sarıp dinliyordum. Ara sıra kendi sesimi kaydediyordum. Masum zamanlar...
Yıl oldu 1999. Abim cep telefonu almıştı. Sanırım Ericsson A1018 modeli. İlk çıkan takozlardan. Ardından bana da aldılar ve kendimi özel hissediyordum. Devamlı melodilerini çaldırıp evin içinde dırırım dırırım ahenk yaratıyordum. O sıra internet kafe işletmeye başladık. Ve değişim böyle başladı...
Yahu biz ne güzel yaşayıp gidiyorduk. Sosyalleşmek için bilgisayara ihtiyacım yoktu. Biz dışarıda voleybol oynayan, müziği teyipten, sanatçıyı aylık dergilerden takip eden, sohbet etmek için cafelerde buluşan masumlardık. Taaki hayatıma öncelikle internet ardından MIRC girene kadar. Sabah okul, akşam ZURNA! İnanılmaz bir dünyanın içindeydim. Ben burdan yazıyorum, milyon km uzaktaki insan benim yazdığımı okuyabiliyor vay canına!. Funkiegirl87 takma adımla fırtınalar estiriyorum. Slm nbr?, asl pls?, iş/okul?. "Büyüyünce ne olucan?" diye sorsalar, "MIRC'de iyi yerlere gelmek istiyorum" derdim kesin! Dışarıdaki dünya can sıkıcıydı. Dersler can sıkıcıydı. Bilgisayar ve MIRC vardı. Okuldan arta kalan zamanım chatleşerek, Flash Berk izleyerek veya DOS oyunu oynayarak geçiyordu. İnternet pahalıydı. Ayrıca evdeyken, ev telefonunu meşgul ediyordu.
Eksik olmasın, ICQ girdi hayatıma. Evine bilgisayar alıp internet bağlatan arkadaşlarım da katıldı bu platforma zaman içinde. ICQ'nun o tatlı tuş sesi... Tak tak tak tak tak tak tak. Diyelim plan yapıcaz, önce ICQ'dan yazarız "-napıosun bu akşam çıkalım mı?, -Ok bana uyar. -Ok gelince çaldır."
Çaldırmak ne demekse? 99 kere düzenli olarak beni çaldıran arkadaşım vardı. Ciddiyim sayıyor 99 kez çaldırıyor. Bu bir iletişim yöntemi. Facebook'taki Poke hesabı. Kontür alamıyoruz tabi, alsan bile hemen bitiyor. Ödemeli falan yok o zamanlar.
Bir gün ICQ'da takıldığım esnada arkadaşım MSN var mı diye sordu. "-Ne MSN'i yaaa? -Messenger. -Gir bir hesap al ordan konuşalım." Ok dedim. Çılgınnnnnnnnnnnn. İsminin yanına ileti yazabiliyorsun veya dinlediğin müziği herkese gösterebiliyorsun! Meğerse ileti bölümü flörtlerle tripleşmek için de kullanılıyormuş! Böylece o alanı dinlediğin müzikle laf sokmak, pişmanlığı veya ruh halini dile getirmek amaçlı kullanmaya başladık. Arkadaşım ve çıktığı çocuk dargınlar. Bizim ki "Bak Gidersem Dönmem" dinliyor, çocuk da Emrah'tan "Dön" dinliyor. Hatta bir gün bende 3.kişi olarak anlamlı müzik açıp dahil olmak istedim konuya ama anlamadılar :/
Tamam hadi olsun varsın. ICQ, msn vs.. iyi güzel. Yonja'yı kim soktu hayatımıza allaşkına??? İşte bunlar hep FACEBOOK! :( Yonja... Ahhh Yonja... Üye olduk hemen. Poz poz fotolar, kişisel bilgileri deşifre etmeler. Bir de Gold üyelik eklendi. Ciddi bir arkadaş ortamı edindik ama... "Selam naber sen şurda mı oturuyorsun? Selam seni dün gördüm şurdaki cafe'deydin dimi?" Arkadaş sayım 1000'lere ulaştı. Şuankinin 5 katı. Popülerim zannediyordum öyle olunca. Çok kişi = Çok Popüler. Yazıklar olsun bir kişi de beni durdurmamış yani!
2005'de yani üniversitenin ilk yılları Myspace yeni bebeğim oldu. 2600 kadar arkadaşım vardı. GG lakabıyla ismimi açıklamadan fan sayısını arttırıyordum sadece. Sayfama ilk girince jc chasez'den until yesterday çalıyordu! O zamanlar oldukça cool geliyordu kulağa. Daha çok r&b tarzı dinlediğimden, yine o tarz bir çevre edinmiştim. Bol pantolon giyenler, bandana takanlar, r&b starlarını yakından takip edenler benim dostumdu o günden sonra. Üniversitede koridorda gezerken bigün biri gelip "-Sen Myspace'deki GG değil misin?" demişti. God Damn it!!! Tanıdılar diye bir havalandım, bir havalandım. Benim adıma çıkan sahte hesaptan sonra moralim şiddetli bozulmuştu ve GG'nin hayatına son verdim. Kapadım Myspace'i!
Gel zaman git zaman bir söylem takıldı kulağıma; Sosyal Medya ve Facebook. "-O ne? -Ama burası Türkçe değil!!! -Yonja Türkçeydi ne güzel! -Hayatta yapamam ben Facebook'ta" diye söylene söylene 2007'de üye oldum. Yuh ilkokul arkadaşlarım burda! 3.sınıfta burnuma vurup kanatan Hüseyin, 4. sınıftaki sivilce suratlı kız falan filan hepsi bulup bulup ekliyor beni... Hmmm dur bakalım sanırım keyif alıcam... Başladım her gün 3-4 post atmaya. Şarkı sözü yazıyorum, cart diye paylaşıyorum. Foto buluyorum paylaşıyorum. Şimdiki cool'luk yok tabi. Önüme gelene yorum yazıyorum. Meğerse Face'te mantık o değilmiş. :/ az öz konuşucan, değerli şeyleri paylaşıcan sadece. Sonradan utandım yazdıklarımdan geri dönüp sildim bir kaç ay sonra :/
Paylaşımlarımızı 140 karaktere indiren Twitter geliyor sırada. Buraya alışmak Face kadar kolay olmadı benim için. Yavan geldi. Sonra arkadaşım dedi ki; "Bütün ünlüler burda istediğini takip edip mesaj atabilirsin! seni görüyor hatta istese cevap bile verebilir!". "-Hadi Canım!" dedim. Başladım Lindsay Lohan'dan, Justin Timberlake'e, hepsini takip etmeye. "Hi Justin! I hope to see you in Turkey!" yazmalar falan. Sanki çok da bi tarafında Justin'nin. Sonra hayata küstüm. Bu aldatmacaydı! Takipçileri milyon tane oldu. Umrunda bile değildim Justin'nin :( Soğudum Twitter'dan kapadım. Canım sıkıldı tekrar açtım. Bu sefer daha gerçekçi paylaşımlar yapmaya başladım. Özlü sözler falan...
Merak etmeyin Foursquare, Instagram, Pinterest hesabıma ve bloglarıma geçmicem. BU KADAR YETER! Ben nerden bileyim 1999'dan beri Sosyal Medya'nın dibine vurduğumu. Tam bir kurt olmuşum farkında olmadan. Sanal kurt!
Maalesef sözümü sosyal medya'nın bizi sosyalleştirdiği gerçeğini yadırgayarak bitireceğim. Yok efendim öyle şey! Beyinlerimiz programlanıyor, özgür irade, özgün düşünce git gide yok oluyor. Mahkum gibiyiz bu hayata. Onsuz yaşayamaz durumdayız. Post atmadan, kim kiminle ne yapmış, nerede ne yemiş, kiminle ilişkiye girmiş görmeden yapamıyoruz. Sevdiklerimizi takip ediyor, sevmediklerimizi takip etmekten vazgeçiyoruz. İşte kararlarımız bir butona tıklamakla gerçekleşecek kadar basit. Evlendiğimiz gün ilişki durumunu "Evli" yapmak için sabırsızlanıyoruz. Bir mekana gittiğimizde çıplak gözlerle bakmak yerine, telefonun ekranından bakarak fotoğrafını çekip, yer bildirimi yapmak anın keyfini sürmekten daha tatmin edici geliyor. Like için yaşıyoruz kısaca.
Bize insan olmanın gerçekliğini geri verseler keşke...
Bir cafe'den alıntı fotoğrafla sonlandırıyorum muhabbeti :)
Sevgiler,
Gizem
0 yorum