Gizem Modalı Resmi Blog Sayfası

Gizem Modalı


2000'li yılların öncesiydi... Okul çıkışı kızlarla parkta buluşuyorduk, akşamları basket sahasında sohbet muhabbet derken gülme krizlerine girerdik, evdeyken aynanın karşısında klipler çekiyorduk. Yeni çıkan klipleri tv'de number1'dan takip ederdik, Blue Jean ve Hey Girl sayılarını her ay alıp yabancı şarkı sözlerini ezberlerdik. 

Minik teybim vardı. Kasete metro fm'de saat başı çalan Britney Spears'ı kaydetmiştim geriye sarıp sarıp dinliyordum. Ara sıra kendi sesimi kaydediyordum. Masum zamanlar...

Yıl oldu 1999. Abim cep telefonu almıştı. Sanırım Ericsson A1018 modeli. İlk çıkan takozlardan. Ardından bana da aldılar ve kendimi özel hissediyordum. Devamlı melodilerini çaldırıp evin içinde dırırım dırırım ahenk yaratıyordum. O sıra internet kafe işletmeye başladık. Ve değişim böyle başladı...

Yahu biz ne güzel yaşayıp gidiyorduk. Sosyalleşmek için bilgisayara ihtiyacım yoktu. Biz dışarıda voleybol oynayan, müziği teyipten, sanatçıyı aylık dergilerden takip eden, sohbet etmek için cafelerde buluşan masumlardık. Taaki hayatıma öncelikle internet ardından MIRC girene kadar. Sabah okul, akşam ZURNA! İnanılmaz bir dünyanın içindeydim. Ben burdan yazıyorum, milyon km uzaktaki insan benim yazdığımı okuyabiliyor vay canına!. Funkiegirl87 takma adımla fırtınalar estiriyorum. Slm nbr?, asl pls?, iş/okul?. "Büyüyünce ne olucan?" diye sorsalar, "MIRC'de iyi yerlere gelmek istiyorum" derdim kesin! Dışarıdaki dünya can sıkıcıydı. Dersler can sıkıcıydı. Bilgisayar ve MIRC vardı. Okuldan arta kalan zamanım chatleşerek, Flash Berk izleyerek veya DOS oyunu oynayarak geçiyordu. İnternet pahalıydı. Ayrıca evdeyken, ev telefonunu meşgul ediyordu. 

Eksik olmasın, ICQ girdi hayatıma. Evine bilgisayar alıp internet bağlatan arkadaşlarım da katıldı bu platforma zaman içinde. ICQ'nun o tatlı tuş sesi... Tak tak tak tak tak tak tak. Diyelim plan yapıcaz, önce ICQ'dan yazarız "-napıosun bu akşam çıkalım mı?, -Ok bana uyar. -Ok gelince çaldır." 

Çaldırmak ne demekse? 99 kere düzenli olarak beni çaldıran arkadaşım vardı. Ciddiyim sayıyor 99 kez çaldırıyor. Bu bir iletişim yöntemi. Facebook'taki Poke hesabı. Kontür alamıyoruz tabi, alsan bile hemen bitiyor. Ödemeli falan yok o zamanlar.

Bir gün ICQ'da takıldığım esnada arkadaşım MSN var mı diye sordu. "-Ne MSN'i yaaa? -Messenger. -Gir bir hesap al ordan konuşalım." Ok dedim. Çılgınnnnnnnnnnnn. İsminin yanına ileti yazabiliyorsun veya dinlediğin müziği herkese gösterebiliyorsun! Meğerse ileti bölümü flörtlerle tripleşmek için de kullanılıyormuş! Böylece o alanı dinlediğin müzikle laf sokmak, pişmanlığı veya ruh halini dile getirmek amaçlı kullanmaya başladık. Arkadaşım ve çıktığı çocuk dargınlar. Bizim ki "Bak Gidersem Dönmem" dinliyor, çocuk da Emrah'tan "Dön" dinliyor. Hatta bir gün bende 3.kişi olarak anlamlı müzik açıp dahil olmak istedim konuya ama anlamadılar :/

Tamam hadi olsun varsın. ICQ, msn vs.. iyi güzel. Yonja'yı kim soktu hayatımıza allaşkına??? İşte bunlar hep FACEBOOK! :( Yonja... Ahhh Yonja... Üye olduk hemen. Poz poz fotolar, kişisel bilgileri deşifre etmeler. Bir de Gold üyelik eklendi. Ciddi bir arkadaş ortamı edindik ama... "Selam naber sen şurda mı oturuyorsun? Selam seni dün gördüm şurdaki cafe'deydin dimi?" Arkadaş sayım 1000'lere ulaştı. Şuankinin 5 katı. Popülerim zannediyordum öyle olunca. Çok kişi = Çok Popüler. Yazıklar olsun bir kişi de beni durdurmamış yani! 

2005'de yani üniversitenin ilk yılları Myspace yeni bebeğim oldu. 2600 kadar arkadaşım vardı. GG lakabıyla ismimi açıklamadan fan sayısını arttırıyordum sadece. Sayfama ilk girince jc chasez'den until yesterday çalıyordu! O zamanlar oldukça cool geliyordu kulağa. Daha çok r&b tarzı dinlediğimden, yine o tarz bir çevre edinmiştim. Bol pantolon giyenler, bandana takanlar, r&b starlarını yakından takip edenler benim dostumdu o günden sonra. Üniversitede koridorda gezerken bigün biri gelip "-Sen Myspace'deki GG değil misin?" demişti. God Damn it!!! Tanıdılar diye bir havalandım, bir havalandım. Benim adıma çıkan sahte hesaptan sonra moralim şiddetli bozulmuştu ve GG'nin hayatına son verdim. Kapadım Myspace'i!

Gel zaman git zaman bir söylem takıldı kulağıma; Sosyal Medya ve Facebook. "-O ne? -Ama burası Türkçe değil!!! -Yonja Türkçeydi ne güzel! -Hayatta yapamam ben Facebook'ta" diye söylene söylene 2007'de üye oldum. Yuh ilkokul arkadaşlarım burda! 3.sınıfta burnuma vurup kanatan Hüseyin, 4. sınıftaki sivilce suratlı kız falan filan hepsi bulup bulup ekliyor beni... Hmmm dur bakalım sanırım keyif alıcam... Başladım her gün 3-4 post atmaya. Şarkı sözü yazıyorum, cart diye paylaşıyorum. Foto buluyorum paylaşıyorum. Şimdiki cool'luk yok tabi. Önüme gelene yorum yazıyorum. Meğerse Face'te mantık o değilmiş. :/ az öz konuşucan, değerli şeyleri paylaşıcan sadece. Sonradan utandım yazdıklarımdan geri dönüp sildim bir kaç ay sonra :/ 

Paylaşımlarımızı 140 karaktere indiren Twitter geliyor sırada. Buraya alışmak Face kadar kolay olmadı benim için. Yavan geldi. Sonra arkadaşım dedi ki; "Bütün ünlüler burda istediğini takip edip mesaj atabilirsin! seni görüyor hatta istese cevap bile verebilir!". "-Hadi Canım!" dedim. Başladım Lindsay Lohan'dan, Justin Timberlake'e, hepsini takip etmeye. "Hi Justin! I hope to see you in Turkey!" yazmalar falan. Sanki çok da bi tarafında Justin'nin. Sonra hayata küstüm. Bu aldatmacaydı! Takipçileri milyon tane oldu. Umrunda bile değildim Justin'nin :( Soğudum Twitter'dan kapadım. Canım sıkıldı tekrar açtım. Bu sefer daha gerçekçi paylaşımlar yapmaya başladım. Özlü sözler falan...

Merak etmeyin Foursquare, Instagram, Pinterest hesabıma ve bloglarıma geçmicem. BU KADAR YETER! Ben nerden bileyim 1999'dan beri Sosyal Medya'nın dibine vurduğumu. Tam bir kurt olmuşum farkında olmadan. Sanal kurt! 

Maalesef sözümü sosyal medya'nın bizi sosyalleştirdiği gerçeğini yadırgayarak bitireceğim. Yok efendim öyle şey! Beyinlerimiz programlanıyor, özgür irade, özgün düşünce git gide yok oluyor. Mahkum gibiyiz bu hayata.  Onsuz yaşayamaz durumdayız. Post atmadan, kim kiminle ne yapmış, nerede ne yemiş, kiminle ilişkiye girmiş görmeden yapamıyoruz. Sevdiklerimizi takip ediyor, sevmediklerimizi takip etmekten vazgeçiyoruz. İşte kararlarımız bir butona tıklamakla gerçekleşecek kadar basit. Evlendiğimiz gün ilişki durumunu "Evli" yapmak için sabırsızlanıyoruz. Bir mekana gittiğimizde çıplak gözlerle bakmak yerine, telefonun ekranından bakarak fotoğrafını çekip, yer bildirimi yapmak anın keyfini sürmekten daha tatmin edici geliyor. Like için yaşıyoruz kısaca. 

Bize insan olmanın gerçekliğini geri verseler keşke... 

Bir cafe'den alıntı fotoğrafla sonlandırıyorum muhabbeti :)



Sevgiler,
Gizem


Yıldızlara dokunasım var bu gece, gecenin rengine aldanasım. 
Yeşil yeşil erik vermiş ağaçların çiçekleri saçlarıma konuyorken, durmaksızın koşmaya başlıyorum. Uzaklara gideceğim birazdan. Biletimi alıyorum. İhtiyacım olan yalnızca bir harita. Unutmadan, biraz da cesaret almalıyım yanıma. Bilinmezliğin inanılmaz keyfine doğru gözlerim dalıp gidiyor. Gizemi çözemedikçe araştırasım, keşfedesim, kendime doğru bir yolculuk yapasım geliyor. Platolar, ovalar, dağlar aşıyorum. Vahşi hayvanlardan kaçıyorum, bir filin üzerinde ilerlerken şarkılar söylüyorum. 
Güneşin ilk ışıkları yüzüme vururken, görmekte güçlük çektiğim bir ufuk noktasına bakıyorum. Ufak bir mola veriyorum, zaman kavramını yok etmek istiyorum anlaşılan. Bedenim olabildiğince rahat. Güzeli görüyorum, güzele bakıyorum. Bir su damlası değiyor omzuma, sonra bir tane daha, damlalar biraz daha hızlanıyor, gökyüzü grileşiyor, toprak kokusu geliyor ardından, ve bu yağmurun sesi. Kendi eksenimde dönüyorum, durmuyorum, durmuyorum, durmam için neden yok, ıslanıyorken gülümsüyorum bütün benliğimle, samimiyet eşlik ediyor bana. Çıplak ayak koşmaya devam ediyorum, eski bir şato çıkıyor karşıma. Prensini kaybetmiş prensesler bile mutlu burada. Özveri, anlayış, güven ve yalnızca sevginin hüküm sürdüğü diyarlardayım. Ufak çocukların sıcak kalplerini hissediyorum. Saflık, yumuşaklık, dinginlik damarlarımda dolaşmaya başlıyor. Dolaştıkça gözlerimden yaşlar akmaya başlıyor. Arınıyorum, arınıyorum... Derinlerime iniyorum, korkularımla yüzleşiyorum, onlarla el sıkışıyorum, affediyorum kendimi, affediyorum herkesi. Güneş parlıyor yeniden. İlerliyorum, ilerliyorum, bir yol ayrımına geliyorum. Buraya "kader" deniyormuş. "Birini seç" yazıyor tahta bir tabelanın üzerinde. "Görmek" yönü  ve "Görmemek" yönü. "Görmek" yönüne bakıyorum. Canlı ağaçlar, kelebekler var, yemyeşil bir yol, çiçeklerle dolup taşmış. "Görmemek" yönüne bakıyorum. Cılız bitkiler, susuzluktan kurumuş yolu var buranın. İçimden geleni yapıyorum, düşünceleri teslim ediyorum, gözlerimi kapıyorum. Kuş sesleri geliyor, bir yandan sonsuz bir sessizlik var. Seçim yapmalıyım biliyorum. 
İçimdeki ses fısıldıyor ipucu verir gibi... - "Görünen mi? , Görünmeyen mi?"  
Ben: "Mutlu olmak istiyorum" diyorum. 
Ses: "Önce onu haketmelisin" diyor.
Gözlerimi bir kez daha açıyorum. Karanlık yolun sonunda bir ışık parlıyor birden, ufacık bir ışık... Sadece hissettiklerimi dinliyorum ve hızlı adımlarla "görmemek" yönüne giriyorum. Ayaklarım acıyor hafiften, sert bir rüzgar çıkıyor içimi ürperten, pes etmek geliyor içimden, hafiften pişmanlık sarıyor içimi. Direniyorum, korkmuyorum ve yorgun düşüyorum. Bırakıyorum, artık aldırmıyorum, bedenim alışıyor bu acıya... Az sonra ansızın fırtına diniyor, rehberim olan yıldızlar Güneş'e teslim ediyor görevini. Yol her adımımda biraz daha canlanmaya başlıyor. Yaratıcının çağrısı bu duyuyorum, ruhuma ulaşıyorum. 

Ben kendimi gördüğüm de değil, görmediğim de buldum... Her zayıf kalmış şey, sen ona anlam kazandırdıkça, onda sevgiyi görmeye niyet ettikçe güçleniyor, güzelleşiyor ve güzelliğiyle sana armağan edilen kaderin oluyor. Başka ne isterki insan?
Sonsuz bir kumsalda buluyorum kendimi sonunda. Dalgalar ayaklarıma vuruyor ağır ağır. Mavinin tadını çıkarıyorum. Dalıyorum berrak ve serin suyun içine. Gücümün yettiği yere kadar yüzüyorum, bir kıyıya çıkıyorum. İncecik kumların üzerine basıyorum. Bir deniz kabuğu alıyorum elime. Kumun üzerine bir hatıra bırakıyorum ufak bir notla;
"ALDIRMA, GÜVEN O'NA..."



Hayat görünenden ibaret değil, şartlar ne olursa olsun ışığını bulmak istiyorsan karanlığını kabullen, doğduğun anda sana lutfedilmiş güzellikleri farket, onları izle ve hislerine bir an olsun izin ver. ;) 
Yaratıcının sevgisi üzerinize olsun! 
Gizem.



Sessiz bir gece yarısı. Doğum günü hediyem Starbucks kahve fincanından filtre kahvemi yudumluyorum. Karşımda inanılmaz göl manzaram. Beyaz mobilyalı vintage tarzı odamdan dışarı bakıyorum. Bir huzur, bir dinginliktir ki sormayın.

Satırlar fütursuzca dökülüyor parmaklarımdan... Öyle ki, parmaklarım acıyor. Belki birazdan televizyonu açıp o diziyi izlerim ya da kokulu terapi mumlarımdan birini yakıp kısa meditasyonun ardından yarım kalan romana devam ederim... Ama yok yok! Detoks etkili bir kokteyl hazırlayıp köpük banyosuyla geceyi sonlandırıdasdafasfafasdafusd. J

Yok artık!

Böyle ortam mı olur be! İnsan çatlar sıkıntıdan, uzaylı mıyım ben ne o öyle!

Sen gel de benim “geniş” ailemle bir hafta yaşa bakalım, görürsün o zaman mumu, terapiyi, yogayı! Vallahi kaynatırlar sana bi güzel dana paçasını, onu yedikten sonra derdin tasan kalmaz yeminle. Öyle entel dantel tavırlar yoktur bizde! Haddini bilmezsen, alay konusu olursun evde.

Bırak köpük banyosunu, sen tuvaletteyken bile muhakkak biri aniden, en beklenmedik şekilde patlayacakmış gibi sıkışır. O kapı, 10 milyon kez üst üste ancak böyle tıklanır… (NOT: Ben gülmüyorum.)

Peki aslında şu anda nerede miyim?

Evin salonunda, ikili koltukta. Ve tabii ki yalnız değilim. Sırtına hırkasını almış, dizideki karakterlere duyduğu hırsla, ağzındaki sakızı çiğnerken ellerini birleştirip baş parmaklarını döndüren tonton anneannemleyim! Tüm diziyi, sanki ben duymuyormuşum gibi canlı seslendirmekle meşgul kendisi. İşte şu an tam bu haldeyim.

Burnuma, özel olarak doldurttuğu bol esanslı kolonyasının kokusu geliyor. Her hafta olduğu gibi oturmuş, onun favori dizisini "Yer gök aşk"'ı izliyoruz. Ben bir yandan yıllar önce aldığımız telefonunu kurcalıyorum. Kaç kontörü kalmış, Turkcell’den ne mesajlar gelmiş vs... bakınıyorum. Kontör çalmayayım diye dik dik bakıyor... Fark ediyorum... Artık "dakika yükleme" var gerçi nasıl çalındığını da bilmiyorum. Telefonun hemen arka yüzünde, bildiğimiz fihrist var. Yapıştırmış selobantla... 1-Meral, 2- Oktay, 3- Gizem, 4- Selman... Liste böylece gidiyor. Tuşlara hızlı arama atamıştık biz evde yokken rahat ulaşsın diye. Tabii ısrarla annemi dayım, dayımı ben, beni abim diye aramaya halen devam ediyor.

Ben: "Hayır anneannee telefonun 2'ye basınca dayımı arıyo beni değil!"

Anneannem: "Sen garışma!"

Ve böylece, komik sessizliğimiz başlıyor.

Mart kazma kürek yaktırıyor Ufo'yu yaktık donuyoruz resmen. Annem bana ilkokuldayken cadılı pijama almıştı, ne zaman annemlerin yanında olsam altıma onu giyerim artık bacak boyu kapri olmuş gerçi... Ama üzerine ne pijamalar gördüm bu kadar rahatı yok. Sorun bakın, beni tanıyanlara mutlaka bilirler yani Gizem'in çocukluktan kalma bal kabaklı cadılı pijaması diyin şıp diye yapıştırırlar cevabı...

Kaç kere onlar üzerimdeyken çat kapı misafire yakalandım. Böylece yakın akrabalar, dostlar  ve arkadaşlar da beni onunla hatırlarlar yani. Üzerimde ise yine o yıllardan kalma giymekten pijama haline gelmiş bir üst... İlk aldığımız günü hatırlıyorum özel günlerde giyicem diye kıyamaz askıya falan asardım. Şimdi yer bezi niyetine üstümde.

Saçlarıma kendimi bildim bileli fön çektirdim, çünkü doğal hali saç değil “yele”! İlkokulda Duygu vardı, sarışın "popüler Duygu" derdik… Onun saçları çok güzeldi, pırasa gibi sanki hep fönlüydü :( Çok üzülürdüm. Sonra sarıya boyattım saçımı. Ama şu an ne önemi var ki. Özgürlük alanımdayım... Hacı Şakir'le keselenip çıktığım banyonun ardından kurudukça fütursuzca kıvırcıklaşan saçlarımı tepeden bir güzel toplamışım, 2 gün olmuş açmamışım n’olcak!

Evdeyim, anneannemle dizi izliyorum ve dizideki kadın kocasını önceki eşiyle aldatıyor! Şu an saçımı mı düşüneceğim! Anneannem "canın çıksın pis yosmaaaaa!" dedikçe ona "haklısın anneanne Allah kahretsin onları puuu!" demeyeceksem benim ne işim var orada!

Reklam arası oldu, şimdi anneannem 1992'de komşusu tarafından uğradığı haksızlığı hatırlayıverdi. Sonra konu çocuklarına, anneme ve dayıma geldi... Söylendi, söylendi, söylendi... Biraz dedemi özledi... Sonra boş verdi... Sonra konu bana geldi... "Burnuma"... Bir ricası var benden, burnum baba tarafıma benziyor diye estetik olayım istiyor.

Anneannem: "O burnunu yaptır gözünü seveyim gızım, şöyle hokka gibi, yemin ediyorum yanındaki erkek soğur senden bak anneanneni dinle."

Ben: "Taam anaaane çok mu kötü duruyo cidden ya aslında o kadar fena değil yani?"

Anneannem: "Annenesinin guzusu, süt kokarsın gıyamam ama resmen neredeyse ağzına giriyo burnun!"  

Ben: "Yaaaaaaaaaaaaaaaa!!!! ahahahuahaateıghıe" 

Annem giriyor içeri kahkahalarımı duyunca... Anneannemden kızına sitem dolu bir yakarış daha "Ahhhhh Meral! Sırf burun doğurdun attın!"

Annemle haykırdığımızı hatırlıyorum en son! Anneanne hala devam ediyor anneme söylenmeye "Gaynanı çok sevdin tabiii belliydi bunun olacağı o tarafa çekti bu gız senin yüzünden!!!"

Ve böylece, bir komik sessizlik daha başlıyor.


Biraz mutfağa uğruyorum, dayım acıkmış... Bu, bugünkü 6. öğünü sanırım. Akşam mangal yapmıştık, ordan kalanları ısıtıyor yengem tekrar. Yooo hayır hayır! Baya sofra falan hazırlanıyor. Cidden yemek yiyoruz galiba tekrar! Saat 23 suları bu arada... Maşallahımız var bu konuda. Hiç bir sofra görmedim ki bugünü de bir makarnayla "geçiştirelim" dediğimiz... Geçiştirmek mi?... Makarna çerez niyetine yenir bizde... Yok, öyle zengin olduğumuzdan değil! Uşaklar, aşçılar hazırlamıyor yemekleri. Biz doymayızki öyle şeylerle! Et yoksa, pilav, makarna tek başına ne işe yarar ki?

Bizde alışveriş yapılmaz. Çünkü ben ona alışveriş diyemem sanki biz markete gitmiyoruz marketler zinciri toplanıp siz zahmet etmeyin diye bize geliyor. Hani teyzeler vardır bir tane fileden çanta alırlar yanlarına pazara, markete falan giderler. Döndüklerinde fileden 2 limon, yarım kilo kabak, biraz biber, belki az bişey kıyma falan çıkar... O olmadı normal miktarda beslenen aileler diye nitelendirdiğim "diğerleri" Migros’a, BİM’e gider iki poşetle çıkar gelir.

En son Zeynep abla (yengem) ve annemle pazara çıktığımızda hiç hilafsız eve hurçla geri döndük. Bir keresinde anneannemle pazara gitmiştim, dönüşte halimize acıdılar... taksi tutmak zorunda kaldık. Sığmayan poşetleri de ordan bahşiş verip rica ettiğimiz çocuk arkamızdan taşıyıp getirivermişti. 

En en son dayımla 3 gün önceden sipariş verip hazırlattığımız kuzu bacağını ve ciğeri kasaptan alalım diye çıktığımızda, annemlerin "ufak tefek" istekleri de eklenince bagaj kapanmadı.

Ben, dünyanın en yeteneksiz fakat pratik insanı olarak manava falan gittiğimde bulduğum sebzeyi, meyveyi irisine ufağına bakmadan alırım, koyarım poşete, tarttırıp çıkarım... Maksimum 5 dk.

Hayır! Şimdi annenlerin yanındasın, öz yuvandasın. Sıkıysa al bakalım zamanı gelmemiş domatesi, ortası filizlenmiş kıvırcığı, uçlarına doğru sararmış taze soğanı! Eve dönünce kükrerler üstüme, yeminle! 

Seçicen tek tek, bakacaksın, aşkla sevgiyle okşayacaksın onları ilk önce...Pazardaysan ilk gördüğün tezgahtan alayım deme! İleride daha ucuzu vardır her zaman. Daha iyileri çıkar, sakın öyle bir hata yapma! Annemde gözler keskinleşir, hedefe kitlenilir her tezgah tek tek tek incelenmeye başlar. Pahalıysa soğan, hemen uyarılmalıdır pazarcı! İlk önce sorar "bu cidden 6 TL mi!!?!" "Evet abla organik bahçeden, seç beğen al" Top annemdedir bu sözden sonra, "Sen delirmişsin yahu!!! Ben yerlisiyim buranın, böyle pahalısını ilk görüyorum, satamazsın bunları adamı kazıklama!!!" Pazarcı mağdur, "Yav git abla o zaman başka yerden al" Annem, "Öyle yapcam zaten, senden mi alıcam bide ha-ha!" ... ve devam edilir...

Anneannem yanımızdaysa bir kaç tezgah öncesinde mutlaka biriyle ahbap olup yanına oturur nasılsa... Biz gezeriz pazarı. Dolar taşar ellerimiz. Pazar arabasını çeke çeke ben getiririm genelde... Stratejik düşünmek bu noktada çok önemli. Pazar arabasını taşıma ve yerleştirme görevi sana verilmişse, o esnada telefonda mesaj okumak, konuşmak gibi lükslerin yoktur. Ciddi bir görevdir bu bizim ailede. O arabaya alınanları yerleştirirken titiz olacaksın. Pırasalar, enginarlar, kabaklar en dibe, sonra daha az sert olanlar ve en üste domates, çilek, üzüm vs... ezilmesin sakın! 

Ben bilmem... beni göndersen yeteceğini düşündüğüm kadar alır dönerim. Sonra carlarlar üzerime "öyle ne o öyle yarım kilocuk kuş boku kadar!!!" Geri gidip, 2 kilo daha alırım. Patlıcan 6 kilo, kavun 7’şer tane, limon bir kasa, kıvırcık 6 tane, taze soğan 4 baş, köy biberi her tezgahtan ayrı ayrı çeşitleriyle 4-5 kilodan fazla alınır. Ve roka, nane, ısırgan, tere... diye uzar gider liste.

Ciddi iştir bizim ailenin ferdi olmak. Cabbar olacaksın, iştahlı olmak zor-un-da-sın! O tabak bitecek, normal sohbetini de yüksek sesle yapacaksın çünkü mecbursun tv'lerin sesi sonuna kadar açık, idareci olacaksın, kendini iyi ifade edeceksin, haftanın 5 günü favori dizilerin olacak, sabahları Müge Anlı'yı izleyeceksin ders çıkaracaksın, hayatlardan ibret alacaksın! Bak neler oluyor kızları kandırıp içkilerine ilaç atıyorlar müzikollerde çalıştırıyorlar ne malum senin de başına gelmeyeceği?!!

Desti İzdivaç'ı izleyeceksin ve her seferinde "sen de katıl bu programa ahaha" şakasına güleceksin, biraz canın sıkılır da yüzün asılırsa "soğuk nevale" sıfatını benimseyeceksin, komşuluk ilişkilerin sıkı olacak, yere çıplak basmayacaksın! Kısacası, zordur bizim ailenin ferdi olmak...

Ben böyle büyüdüm işte... Gerçi hala böyle büyüyorum... :) Bunlar yalnızca ufacık bir kesit. Belki evlenip giderim bir gün ama asırlık pijamamı giyip, saçlarımı tepeme toplayıp, naz yapma özgürlüğüne sahip olduğum tek yer, ailemin yanı olacak. Karşılıksız sevmenin karşılığı onlar. Mutluluk kaynağım... Bu telaşeli hayatın içinde, ben mutluyum ve Allah'a sevdiklerimle birliktelik bahşettiği için her daim şükrediyorum.

Anneannemi, rahmetli dedemi, annemi, babamı, abimi, dayımı, halalarımı, yengelerimi, yeğenimi… Veeee aşkıyla, ışığıyla, sevgisiyle beni onurlandıran, yücelten o adamı, sevgilimi çoooook seviyorum çoooook...


İyi ki varsınız be, siz de beni sevin bakiiiim!

Hikayelerim devam edecek...

Bu arada anneannemin  bahsettiğim o koku var ya, ben onsuz uyuyamazdım hiç. Üzerimdeki emeklerini ödeyemem sana ayrıca "yıldızlı seni seviyorum" anaaaneeeecimmm! :)

Gizem


3 Şubat doğum günümde Ben İstanbul'daydım onlar Antalya'da benim adıma pasta kestiler süpriz yaptılar bana ve alkışlıyorlar :) çok duygusaldı cidden. Peki pasta neden 60 kişilik? Onu anlamadım... ehehehe I LOVE YOU! sırasıyla sayıyorum (arka ayakta zeyno - yanında dayım - diğer başta annem - ve canım anneannemmmm)


Antalya'da parkta çektim. Anneannem papatya gibi çıkmışım sakın koyma dedi fakat bana göre gayet güzel :) 



By.


Altımı ve üstümü eşit pişiren turuncu ay geldi geçiyor bile... Tabii ben bu yazıyı yazmaya başladığımda henüz ayın başlarıydı.Taslaklarımda kalmış zavallım yayınla beni diye bağırıyor. Neyse ki yetiştim imdadına.

Güzelim Ağustos! Etrafta fosforlu aksesuarlar takan, parmak arası terlik ve kısacık yırtık şortlar giyen kararmış bronzlaşmış dişilere adım başı rastlamakla beraber, erkek ırkının da bu ay daha da serpildiğini gözlemlemekteyiz. Onlar nefes ala dursun; 2012 yılının Ağustos'undayız.("Hadi canım yemin et" dediğinizi duyar gibiyim)
Atmosferde olağandışı bir şey yok; şehir kavruluyor, karınca misali işine gidip gelenler, otobüse yetişmeye çalışanlar, sahil boyunda yürüyüş yapanlar, cafelerde sohbet edip kahve içenler, boğazın yanında akşam yemeği yiyenler, korna sesleri, martı sesleri, uçak seferleri, toplantılar, çocukların koşuşturmaları, turistler, ailem, arkadaşlarım... hepsi bir ahenk içinde akıştalar... Kimisi uzaklarda tatilde, yazlığında, kültür turunda, yurtdışında... Kimisi şu saniye denizin dibinde, kimisi şezlongunda güneş kremini tazeliyor, biri kitap okuyor, biri oturmuş ayağında kumlarla terliğini sallaya sallaya okey oynuyor, çocuklar dondurma makinelerinin önünde sıra bekliyor, bazısı uyuyor, hava kararınca eğlence başlayacak, müzik, dans, iskambil, sabaha kadar sohbet, yaz aşkları...
Nitekim hayat, mevsim, yaz ve Ağustos olması gerektiği gibi devam ediyor. Benim "dışarıdaki" hayattan gözlemlediklerim, hissettiklerim, bildiklerim bunlar. Benim dışımda bir hayat var. İyi hoş...

Peki ya beni sormayacak mısınız? Ok, ben zaten sormadan söyleyenlerdenim. Hmmm bir düşüneyim... Son  zamanlar... Tarih veremem ama... sorular üzerime yağmur gibi akıyor! Şaşkın ifadeler, sessiz bakışmalar... "sendeki bu değişimin sırrı ne?" ,"gizem neyin var?", "-hiç sadece mutluyum", "Gizem! neden mutlusun anlat bakiiim!" "-mutluyum sadece..." "Neyin heyecanı bu?" "-mutluyum işte..."  şeklinde diyaloglar çoğaldıkça çoğaldı.  Şimdi bunu annem okusa "sus nazar değireceksin gerizekalı!!!" der beni benden alırdı :) :) Annemi çok seviyorum bu arada :) Süper biri yaaaa! En az Anneannem kadar :) 3 kuşak huyumuzun suyumuzun hatta tipimizin birbirine benzemesi bence yeri geldiğinde ciddi komedilere dönüşebiliyor. Dışarıdan baktığın zaman aynı olaya aynı tepkiyi veriyoruz... Sanırım bende onlara benzemeye başladım :) Ama ana kraliçemiz Ananem! Yanına pür neşe koşarak gidip sarıldığımda dillere destan Uşak şivesiyle vereceği kesin cevap şöyledir hep; "Heh afferin benim gızıma! Eli işte gözü oyneşte! Hangi deyyusla gonuşuyosun yine ceep (e'ler yayvan) telefonunlan!" yani genel anlamda bendeki bu enerjinin sırrını gizli kapaklı işlere bağlar ve kaynağını merak eder:))) Canım benim! Bir bilse torununun bu denli neşesinin dışarıdaki her hangi bir olayla ilgisi olmadığını... Kesin "Bu gız gafayı yidi, ben bi gizli gonuşayım şunla" derdi...

Gelelim konumuza... Ruhunu özlemek diye bir laf bilir misiniz? Peki aslında saf neşenin ruhunu ne kadar fazla özlediğinle doğru orantılı olduğunu bilir misiniz? Bilmezsiniz tabii... Çünkü kalp ve akıl arasında seçimlerimizi çoktan yapmışız. Mantık! Hepimiz onun direktifleriyle yaşıyor, karar veriyor, hareket ediyor, ilişki yaşıyoruz. Halbuki ruh, kalptir... Ehhh kalpte ruhtur haliyle... Ruhsuz olduğunu idda edebilir mi bir insan? Hayır, ruhumuza biraz olsun yaklaşabilseydik şimdi hayatımızın sınırsız yaratım gücünü çalıştırmış, değişimlere şahit olmuştuk. Değişim dediğim tamamen kendinle ilgilidir aslında :) Fakat dünyada herşey yukarıda yazdığım gibi OLMASI GEREKEN haliyle devam ediyordur. Değişen birşey varsa o da BİZİZ :) Fakat düşünmemeyi, sırf saf ve salak hissetmemek için kalbi görmezden gelmeyi tercih ediyoruz çoğu zaman. Kalbinizi kaybetmiş olsanız da o sizi bulur merak etmeyin. Gülümsediğiniz her an o sizinle... Onun lezzetini bir tattığınız zaman, "dur kafamı dinleyim, ahh buralar hiç çekilmiyor, halimden hiç memnun değilim, yeter artık bıktım!" demeye ciddi bir son verip bulunduğunuz koşul her neyse o durumdan keyif almaya başlıyorsunuz. Şükretmeyi öğreniyor, Allah'a hayretler içinde aslında herşeye sahip olduğunuz için devamlı teşekkür ediyorsunuz. Bakın yemin ederim ki öyle :))))))) Gereksiz kişisel gelişim kitapları gibi konuşmuş olabilirim ama umrumda değil bunu en iyi ruhunu farketmiş kişiler anlayacaktır. Özün SEVGİ, SEVMEK, AŞK olduğunu bilip geri kalanın koca bir ilüzyon olduğunun farkında olanlar zaten şuan okurken gülümsüyordur. "Sen kendini yorma biz anladık..." der gibi :) 

E tamam o zaman "Gizem'e ne oldu?" sorusunu geçelim artık :) Merak etmeyin ikramiye falan çıkmadı, çok yakışıklı, zengin bir delikanlı da bulmadım, dileğim mi? Yooo gerçekleşmedi... Artık gerçekleşmesini istemem de zaten :) Ben sadece yolda yürüyen bir deliden farksızım şu aralar... Dünya dar geliyor. Gökyüzü fena değildi oraya yerleştim. Ne değişti peki? Tek bir fark var biraz fazla tatminkarım ve sahip olduklarım için minnettar... Hepsi bu :) 

Başlığıma gelince... Evet beni sıcaklar böyle yaptı! Yoksaaaaaa ohooooo ben varyaaaaaa.....

Kaybolun. Seviyorum sizi! GG







Geçtiğimiz hafta my bestie Hilal'le Bağdat Caddesi'ni turluyorduk.Uzun süre sonra beraber aynı evde yaşamaya başlamanın verdiği hazla; espriler,şakalar,kahkahalar derken neredeyse dans edecek seviyeye gelmişiz. Ertesi güne muhteşem önemli bir görüşmem var daha ayakkabı almamışım, elbise de almam lazımdı vs. vs. vs. Girdiğimiz her dükkandan eli boş çıkıyoruz çünkü beynimiz alışverişe değil o an hissettiğimiz heyecana odaklı :) caddenin ortasında bağıra bağıra şarkı söyleyen 2 tip düşünün :) "Beraberiz kızım, tutma beni!!!" "I feel good dırı dırı dırırırırımmm" "Aşk kaç beden giyer orda bana da var mı yeeeeeğğrrrr" içimizden dışarıya melodiler akıyordu.. Doğal olarak onlarca insan geçiyor yanımızdan verdikleri ilk tepki "bunlar da deli işte napıcaksın"... Dünya umrumuzda değil o an :) Kundalin enerjim dans ediyordu benimle adeta... (bunu en iyi Hilal anlar)

Neyse biraz daha şımarırsak ne ayakkabı bulabilecektik ne giyecek bi'şey... İçimiz hafiften burulmaya başladı... Umutsuzluk sardı beni. Bütün mağazalar sezon indirimde... Ayakkabılardan 41 numara kalmış, elbise bedenleri ya xsmall ya da xxxl... Zaten alışveriş yapmayı pek beceremem...Hala yürümeye devam ediyoruz. Bershka, Zara, Mango, Twist, Mudo ! Abi hiç birinde mi gönlüme göre bir kıyafet bulamam! "Amaaann yemişim hepsini bırak yürü gidelim karnımızı doyuralım..." dedik fakat ayaklar,beller ağrıdan sızlıyor artık. 

Ansızın o yorgunluğu gideren yerine enerji depolayan bir mucize oldu :) Neden bir mucize diyorum; HER ZAMAN İSTEDİĞİNİZ ŞEYLER SİZİ MUTLU ETMEYEBİLİR veya ÇOK ARARSINIZ ULAŞAMAZSINIZ,FAKAT ONUN YERİNE EVREN ANSIZIN KARŞINIZA BAMBAŞKA HATTA SİZİ DAHA MUTLU EDECEK BİR SEÇENEK ÇIKARTIR... Şöyle ki, kafamızı bir çevirdik Bath&Body Works ile karşı karşıyayız! İstinye Park'ta çok defa gezdim... Body Shoptan 10 kat daha başarılı ürünler ambalajlar, tasarımlar ve kalite! Gel beni al diyor! Nitekim zaman durdu,sesler kesildi... Yolun karşısındayız, oradan bize bir dükkan GEL BURAYA diyor! Rengarenk tasarımlar parfüm şişeleri duruyor ve SALE! Valla ben ışıklar hangi ara yandı karşıya geçtim hatırlamıyorum. Büyülenirsin ya? aynen öyle uçarak veya koşarak girdik mağazaya! Sevimli mağaza görevlisi yanımızda bitti hemen!

AMAN TANRIM! RENGARENK YAZ KOKULU PARFÜMLER! Hemde fiyatlar çılgın ucuz! Onlar nasıl tasarım! Bir de ne var ne yok herşeyin testerı var :) Görmemişler gibi saldırdık parfümlere, kremlere, losyonlara dik daldık :) "sık sık sık sık bundan da sık!" "Pardon kahve lütfen! burnum köreldi!" "pardon kolumun sadece şurasına sıkmadık orada da bunu deneyebilir miyiz?" "Kank geeel doğal manikür uygulaması yapacaklar!" "its so fluffy im gonna dieeeee!!" "Oha ellerim yumuşacık oldu" "Tamam bunu da alıyorum, ok bunu da alıyoruz" .......................................... SYSTEM ERROR :/

Dışarı kendimizi attığımızda hava kararmıştı :) Ama yüzümüzdeki ifade inanılmaz! O poşetleri nasıl taşıyoruz bir görün...Mutluluk ve sihir saçıyoruz :) Sanki dünyayı satın almışız... Son durak schlotzsky's! Donattık masayı yedik içtik :) NE? Elbise ve ayakkabı mı? Evet ikisini de aldım... Hem de dükkanların kapanmasına 10dk kala... Elbise zaten bir önceki gün almıştım, bir ayakkabıcıya girdik caddenin en sonunda... orada gördüğüm ayakkabıyla o elbisenin yakışıcağını düşündüm! Ve öyle oldu zaten :) Sanki orada ben satın alayım diye bekliyordu... Bath&Body Works'ten çıkar çıkmaz öyle iyi hissediyordum ki kendimi enerjim tavan yapmıştı! Bir yerde frekansım değişti diyebiliriz. Size SIR vereyim... Sevgi yasası bu sevgi yasası ;) Gördüklerin, yaptıkların hislerine olumlu dokunursa, sevgi veriyorsun demektir arkadaş!...

Şimdi ben bunları neden anlattım? Bir parfüm şişesi mi seni mutlu etti yani nolmuş? diyebilirsiniz... Gününüz iyi gitmiyorsa, onu değiştirmek elinizde... Sadece sevgi vermek :) Aklınızı odağınızı değiştirmek farklı farklı sevdiğiniz her ne varsa onunla meşgul olmak... Aynı benim yaptığım gibi... :) O zaman bakın sırayla işler nasıl yolunda gidiyor :)... Bu konularla ilgili daha bir çok trick veririm merak etmeyin... Ben de 1 senedir öğrendiklerim ve deneyimlerimle bazı sonuçlara vardım... Hayat değişiyor, kaderci olmayalım lütfen :)

Kaderinizin efendisi olun bana kalırsa :) Nasıl mı?.... Daha sonra anlatırım :)

Haaaaaaa bu arada şuursuzca aldıklarımızdan bir fotoğraf ekliyeyim bari :) Benim favorim RIO RUMBERRY!!! ve Pink Chiffon!!! Fakat RIO'nun kokusu eminim ki sizi tropical diyarlara götürecek. Ben sıktıktan sonra hangi ortama girsem "wouwwww bu koku ne böyleeee!" diye soranlar çok var :) Hilal'in ise favorisi sarı renkli olan AMBER... :) 

BU ARADA RIO DEMİŞKEN! ŞİMDİ ORADA OLMAK VARDI! :)

Hayallerimi ve hayatımı seviyorum :) Gracias 


Leyladan geçme faslındayım
Mevlayı bulma yollarında

Majörler tükendi minörlere yolculuk
Buselik makamına

Aşk için söylenen her söze kandım
Pervane misali ateşe yandım
Gördüğüm her dilber ateştir bana
Mecazi aşka inandım güneşli havalarda...